Kayıtlar

Ekim, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Salih Bozok anlatıyor "1938,İSTANBUL"

Resim
Bir gece İstanbul valisi uykusundan apar topar uyandırıldı. “Vali hazretleri, Atatürk’ü bulamıyoruz. Sarayın her yerini aradık. Galiba gizlice çıkıp gitmiş.”  Uzun bir süre aradıktan sonra Atatürk’ü bulduk. Meğer, bir düğüne katılmış, sohbet ediyor, gülüyor, eğleniyormuş. Birden benim ve valinin de içinde olduğu bir grup görevlinin düğün mekânına doluştuğunu görünce keyfî kaçtı. Okulu kırarken yakalanmış bir çocuk gibi hem mahcup hem kızgın bizlere bakıyordu.  O gecenin bitmesini istemiyordu, orkestraya işaret etti, zeybek oynamak istiyordu.  Belki de son kez...  Artık sağlığı buna el vermezdi. “Paşam çok yoruldunuz, uygun görürseniz dönelim,” desem de engelleyemedim.  Oynamaya başladığı an, büyük bir acıyla gözlerinde ölümü gördüm.  Yıllar önce hepimiz gencecik birer askerken, Selanik’teki gazinoda oynadığı zeybeği hatırladım. Yine öyle haşin bir kartal gibi kollarını açtı, kararlılıkla sertçe dizini yere vurdu. Belki de gözlerinin önünden o yıllar geçiyordu ama bu sefer burnundan bir

Salih Bozok anlatıyor..

Resim
Bir süre sonra Zübeyde Anne’nin hastalığı iyice arttı. Doktorlar da artık bir fayda sağlayamıyorlardı. Bir gün Zübeyde Anne beni yanına çağırdı. “Bak Salih oğlum, sana önemli bir şey söyleyeceğim. Git oğluma söyle, bu işe aklım yatmamıştır. Bu kızcağız benim oğlumu sevmez, Mustafa Kemal Paşa’yı, Gazi Paşa’yı sever. Ama kendisi de bilmez benim oğlumu sevmediğini. O ister, otursun Çankaya’da, olsun büyük hanımefendi. Salih sana vasiyetimdir, söyle Mustafama, bu kızla evlenmesin. Mutsuz olmasın yavrum.” İşte paşam, annen yıllar önce bana böyle söylemişti. Ama ben bunu sakladım. Latife’yle çok mutlu olacağını düşündüğüm için bu sözleri sana hiçbir zaman söylemedim. Zübeyde Anne gerçeği görmüştü ama ben bunu senden sakladım. Bunu ancak şimdi itiraf ediyorum. Kaynak "Arkadaşıma veda" Zülfü Livaneli

Mustafa Kemal'in doğduğu yıl..!

Resim
MUSTAFA KEMAL’in dünyaya geldiği yıl, Osmanlı İmparatorluğu resmi olarak iflas etti. Padişah Abdülhamid’ di. Düyun-u Umumiye kuruldu. “Genel borçlar” anlamına geliyordu. Devletin borçlarına karşılık, alacaklılar tarafından devletin gelirlerine el konuldu.  Yedi kişilik yönetim kurulu vardı. Ingiliz, Alman, Fransız, Avusturyalı, İtalyan’dı. Sadece borçların ödenmesini takip etmek için kurulmamıştı, devletin geIir kaynaklarını bizzat yönetmek için, devletin gelirlerini bizzat tahsil etmek için kurulmuştu.  “Haciz” kuruluşuydu. _  Devletten büyük hale gelmişti, öyle ki, devletin maliye bakanlığında beş bin memur çalışırken, Düyun-u Umumiye emrinde dokuz bin memur çalışıyordu. “Ecnebi maaşı” dolgundu; Eğitimli gençlerimiz kendi devletine faydalı olmaktansa, Düyun-u Umumiye’de işe girmek için yarışıyordu. Prim sistemi vardı. Kendi milIetinin gırtlağına sarılan memurumuz, takdir ediliyordu. Kendi milletinin gırtlağını en çok kim sıkıyorsa, 0 ödülIendiriliyordu. Bölge müdürlüğü sayısı 26’ydı.

Anıtkabir 10 Kasım 1953

Resim
10 Kasım 1953... Top arabasına yerleştirildi. Opera,Ulus,TBMM,Gar,Tandoğan güzergâhlarıyla Anıtkabir'e ulaştı. Şeref holünün katafalkına yerleştirildi. Cumhurbaşkanı Celal Bayar konuşma yaptı. "Atatürk... Seni halife yapmak, padişah yapmak isteyenler oldu. İltifat etmedin. Milli irade yolunu seçtin. Hayat ve şahsiyetini milletinin hizmetine vakfettin. Türk’ün gıpta ettiği, taziz ettiği, Övdüğü ve Övündüğü vasıflara maliktin, bütün bu meziyetlerinle Türk’ün ta kendisiydin. ' Şimdi seni, kurtardığın vatanın her köşesinden gönderilen mukaddes topraklara veriyoruz. Bil ki, hakiki yerin, daima inandığın ve bağlandığın Türk Milleti’ nin minnet dolu sinesidir. Nur içinde yat.” HER 10 KASIM'DA YENİDEN DOĞUYOR. SONSÖZ DEĞİL, DÜNYA DURDUKÇA ÖNSÖZDÜR. MUSTAFA KEMAL İLELEBET PAYİDAR KALACAKTIR. Kaynak: "MUSTAFA KEMAL"-Yılmaz Özdil

10 Kasım'a doğru...

Resim
7 Eylül... Karnından iğneyle su çekilmeye başlandı, 12 litre su birikmişti. Neredeyse tenekeyi doldurmuştu. Biraz rahatladı. Günler sonra ilk kez derin bir ohh çekti. Çok zayıflamıştı. 46 kiloya düşmüştü. 21 Eylül’de ikinci defa su alındı. Gene 12 litre birikmişti. ' Yatağından kalkamıyordu. Uyurken sayıklıyordu. 14 Ekim’de üçüncü defa su alındı. 10.5 litre birikmişti. Şiddetli bulantı hissediyordu. Öğürtüyü kesmek için küçük buz parçaları yutturuluyordu. 29 Ekim 1938... Bitkindi. . Cumhuriyet Bayram1 törenlerine katılabilmeSl imkânsızdı. Sabiha Gökçen başucundaydı gözyaşlarını içine akıtarak ”gelecek seneki törenlere katılırsınız diye moral vermeye çalışıyordu ki... El işaretiyle Sözünu kesti. “Bana gelecek bayramdan bahsetme Gökçen” dedi. ”Hatta gelecek aydan da bahsetme, ekim ayım Çıkarabilsem bile kasım ayını çıkarabileceğimi sanmıyorum." Artık yemek yiyemiyordu... 1 Kasım, tereyağı sürülmüş bir dilim ekmeği ucundan ısırabildi, bütün gün hepsi buydu, portakal suy

Siroz hastalığı ve Mustafa Kemal

Resim
Mustafa Kemal sirozla alakalı Fransızca kitaplar getirtti. Hastalığının ne olduğunu Öğreniyordu. Hangi aşamada olduğunu bizzat tespit ediyordu.  Öleceğinı' biliyordu...  Devlet işlerinin aksamaması için, kendisinden sonrasına hazırlık yapılması için, yaklaşık Ölüm tarihini kestirmeye çalışıyordu. O sırada İsviçre’de bulunan manevi kızı Afet İnan’a mektup yazdı. Satırlarında her zamanki gibi gerçekçiydi, kaçınılmaz gidişatı gayet net ifade ediyordu. ”Vaziyetim şudur, yanlış görüş ve hükümler sebebiyle hastalığım durmamış, ilerlemiştir” diyordu.  O tarihte karaciğer biyopsisi yapılamıyordu.  Ölüm sonrası otopsi de yoktu.  Dolayısıyla, Mustafa Kemal’in siroza yakalanma sebebinin, alkol, sıtma veya Virütik hepatit gibi nedenlerden hangisine bağlı olduğunu söyleyebilmek mümkün değildi.  Bu soru işareti, tıp dünyasının en çok tartışılan konularından biri oldu... Parazitoloji ve mikrobiyoloji uzmanları arasında,Mustafa Kemal’in’ ’şistozoma” türü parazitler yüzünden siroza yakalandığı görü

"NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE" kavramının kökeni...!

Resim
1933 yılında Üniversite Yasası hazırlanıyordu. Taslakta yer almıyordu, ”arkeoloji enstitüsü”nü monte ettirdi.  ”Tabiatın esrar dolu sinesine her gün daha çok girmekte olan insan zekâsı, realiteye kavuşmak için, insanlık tarihini aydınlatacak ilimler bulmuştur. Arkeoloji işte o ilimlerin başında gelir. Tarih, bu ilimlerin bulduğu belgelere dayandıkça temelli olur. Bizim topraklarımızdaki tarih belgelerimizin her bir parçası, bizim kültürümüzün aynasıdır” diyordu.  ”Ne Mutlu Türküm Diyene” kavramının, kökeniydi... Irk, din, dil, hatta zaman farkı gözetmeden, bu topraklarda varolan, bizden’di.  Nazi zulmünden kaçan Alman bilim insanlarına kucak açarak, ”çiviyazıları bilimi”nin Türkiye’de öğrenilmesini sağladı. Yüzyıllardır el sürülmeden duran Sümer tabletlerinin bilim dünyasına sunulmasını sağladı.  Üniversitede Sümeroloji bölümü açılmasını sağladı.  O güne kadar Sümerce deniyordu, Sümeroloji adını Mustafa Kemal koydu.   Kaynak: " MUSTAFA KEMAL " Yılmaz Özdil

Vatan haini gazeteci Ali Kemal

Resim
Ali Kemal, Peyam-ı Sabah gazetesinin sahibiydi. Asıl adı Ali Rıza’ydl. Vatan şairi N amık Kemal’e hayranlığından Ötürü Ali Kemal adıyla yazıyordu. Gel gör ki, vatan şairi'nin adım taşıyan Ali Kemal, vatan ve  basın tarihine, gelmiş geçmiş en şöhretli hain gazeteci olarak geçti.  İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kurucularındandı.  Milli Mücadele’ye düşmandı. ”Avrupa ile başa çıkmayı hangi Asya kavimi başardı ki, biz başarabilelim” diye makaleler yazıyordu.  Mustafa Kemal’den kişisel olarak nefret ediyordu. Mustafa Kemal’i saplantı haline getirmişti. ”Onunla tokalaşmak, eşkıyaya el uzatmaktır” diyordu.  ”Berduş” diyordu.  ”Derme çatma bir ordu kurmuşlar, dövüşüp duruyorlar, zırzoplar, tam istiklal isteriz diye tutturmuşlar, halbuki ne demiş Arap, elhekmü limen galebe, galibin dediği olur, işte bu kadar” diyordu.  Kuvvacıları şöyle tarif ediyordu:  ”Çanlarına ot tıkanıyor, moralleri pek düşük, çoğu yalınayak, teçhizatları noksan, gerçi birkaç kamyonları var ama, hepsi kullanılmaz halde,

Nutuk'tan...!

Resim
"Saygıdeğer efendiler, sizi günlerce işgal eden uzun ve teferruatlı nutkum, nihayet geçmişe karışmış bir devrin hikâyesidir. Bunda milletim için ve gelecekteki evlatlarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek bazı noktaları belirtebilmiş isem, kendimi bahtiyar sayacağım. Efendiler, bu nutkumla, milli varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin, istiklalini nasıl kazandığını, ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan milli ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım. Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen milli felaketlerin yarattığı uyanıklığm eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum. Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahların olacaktır. Bi

Harf Devrimi

Resim
Cumhuriyet beş yaşına geldi. Alfabeyi değiştirdi. Arap alfabesine dinsel anlamlar yükleniyordu. Arapça yazılmış tüm kitaplara ”kutsal kitap” gözüyle bakılıyordu. Arap alfabesiyle basılmış sıradan evraklar bile Islamiyetle alakalı zannediliyordu. Halk okuryazar değildi. En basit dilekçesini, mektubunu bile yazmaktan acizdi, Arapça yazmayı bilenler ”din adamı” olarak algılamyordu, iki satır mektup yazabilen ”ulema” muamelesi görüyordu. Bu kara cehaleti fırsata dönüştürüp ahaliyi istedikleri gibi yönlendiriyorlardı. Mustafa Kemal aslında taa 1905'te Şam’dayken alfabeye kafa yormaya başlamıştı. Daha Kurtuluş Savaşı devam ederken, Halide Edip Adıvar’a alfabeyi değiştirmek gerektiğini söylemişti. Türk alfabesine ”kolay okuma yazma anahtarı" diyordu. "Yüzyıllardır kafamızı demir çerçeve içinde tutan, anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmalıyız” diyordu. “Ya üç ayda yaparız ya hiç yapamayız" diyordu. Tüm yurtta seferberlik başlatıldı. Parklara

1923 ülkenin hali...!

Resim
29 Ekim 1923 Cumhuriyet ilan edildi. Nüfus 13 milyondu, 11 milyon köyde yaşıyordu. 40 bin köy vardı, 37 bininde okul yoktu. 30 bin köyde cami yoktu. Traktör sayısı sıfırdı, biçerdöver sayısı sıfırdı. Ayçiçeği üretimi yoktu, şeker üretimi yoktu. Ekmeklik un ithaldi, pirinç ithaldi. Bütün memlekette sadece beş bin hektar alan sulanabiliyordu. Bit’le başa çıkılamıyordu. Beş bin köyde sığır vebası vardı. Hayvanlar kırılıyor, insanlar kırılıyordu... Bir milyon kişi frengiydi, iki milyon kişi sıtmaydı, üç milyon kişi trahomluydu. Verem, tifüs, tifo salgını vardı. Bebek Ölüm oram yüzde 4O’ın üstündeydi. Dünyaya gelen her iki bebekten biri ölüyordu. Anne ölüm oranı yüzde 18’di. Her beş anneden biri ölüyordu. Ortalama ömür 40’tı. Memlekette sadece 337 doktor vardı. Sadece 60 eczacı vardı, sadece sekizi Türk’tü. Sadece dört hemşire vardı, sadece 136 ebe vardı. Yanmış bina sayısı 115 bin, hasarlı bina sayısı 12 bindi. Komple kül edilmiş köy sayısı binin üzerindeydi. Ülkeyi y

Ve saltanat kaldırıldı…!

Resim
1 Kasım 1922. Saltanat kaldırıldı. Devrimin en kritik hamlesiydi. Kurtuluş Savaşı’nda bileğimizi bükemeyen itilaf devletleri, Lozan görüşmelerine Ankara Hükümeti’nin yanı sıra İstanbul Hükümeti’ni de davet etmişti. Akılları sıra iki hükümeti ”eşit” gibi görüyorlardı. Padişahlık makamını muhatap almaya, bu yolla korumaya gayret ediyorlardı. Mustafa Kemal masaya yumruğunu vurdu. Meclis’te sıranın üstüne çıktı. Belki de ilk kez sesini bu kadar yükselterek konuştu... ”Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim gereğidir diye, müzakereyle verilmez. Hakimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hakimiyetine ve saltanatına el koymuşlardı. Bu tasallutlarını altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdir. Şimdi de Türk milleti, bunlara haddini bildirerek, isyan ederek, hakimiyet ve saltanatım fiilen kendi eline almış bulunuyor. Mevzubahis olan, millete hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir... Zaten v

Hindistan cevizi yağı

Resim
Hindistan cevizi yağının cilt bakımından, saç bakımına, yemeklerde kullanmaya ve yağ yakmaya kadar pek çok alanda kullanımı mümkündür. Hindistan cevizi yağı yüzünüz için hem nemlendirici hem temizleyici hem de leke giderici özelliğe sahiptir. Hindistancevizinin saymakla bitmeyecek faydalarını sizler için derledik… Hindistan cevizi yağı nedir? Tropik bölgelerde yetişen hindistan cevizi meyvesinin beyaz bölümünün kurutulması ve soğuk sıkım yöntemiyle sıkılmasıyla elde edilen bir yağdır. Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu Hindistancevizi yağının içeriğinde çok yüksek oranda doymuş yağ içerdiğini söylüyor. Uzun zamandır kötü bir şöhrete sahip olan doymuş yağın aslında sanıldığı gibi zararlı değil doğru kullanımı ile vücuda fayda sağlayacağını belirtiyor.  Saraçoğlu, Hindistan cevizi yağının nasıl kullanılacağını şöyle anlatıyor; “Hindistan cevizi yağı bütün ciltlere uygundur, kuru veya yağlı ciltler için hem ferahlık verir hem kırışıklığınızı önler. Çok yeni bir özelliğini bulduk. Ester reaksiy

İşgalci Yunanın mezalimi

Resim
Kurtuluş savaşında, Yunan işgalinde neler olduğu bizzat bir Yunan tarafından, araştırmacı gazeteci Tasos Kostopoulos tarafından belgelendi. 2007 yılında kitap haline getirildi. 1919-1922 Savaş ve Etnik Temizlik adım taşıyan bu belgesel kitapta, bizzat işgale katılan Yunan askerleri anlatıyordu... ”Uşak yakınlarındaki köyde Türk kadınları, çocuklar ve yaşlılar camiye kapanmıştı. Bizim askerler arasındaki reziller etraftan ot topladılar, sonra da otları yakıp caminin penceresinden içeri attılar. İnsanlar dumandan dışarı koşuştular. O zaman da bizim reziller kadın ve çocuklara atış talim tahtasıymış gibi ateş etmeye başladılar.” ”Eve girdim. Ölü bir Türk ihtiyarın cesedi üzerinden geçtim. İçeriden sesler geliyordu. 10 kadar askerimiz bir Türk kızının eteklerini kaldırmışlar, zorla dans ettiriyorlardı. Beni görünce ’gel sen de mezeden tat’ dediler. ’Ayıp’ dedim. Türk kızı yanıma koştu, ayaklarıma kapanarak ’kurtar’ dedi. Askerlere yalvardım, kadındır yapmayın dedim. Biri süngüsünü çıkarıp

Fatma Seher (KARA FATMA)

Resim
Esmerdi. Kara kaşlı kara gözlüydü. Simsiyah elbise giymişti.Simsiyah pantolon giymişti.Çizmeleri simsiyahtı.Tüfeği simsiyahtı. Kemerinde simsiyah kama vardı. Kamçısı simsiyahtı. Atı bile siyahtı. 34 yaşındaydı. Erzurumlu’ydu Binbaşı eşini Sarıkamış’ta kaybetmişti. Erzurum Kongresi’nde denk getirememiş, üç gün at sürerek Sivas Kongresi’ne gelmiş, yolunu gözleyip Mustafa Kemal’in karşısına dikilmişti. ”At binerim, silah atarım, bana iş ver” demişti. Fatma Seher’di. , Tarihi sıfatını Mustafa Kemal taktı. ”Keşke bütün kadınlar senin gibi olsa Kara Fatma” dedi! Elinin hamuruyla erkek işine karışmasın filan gibi cinsiyetçi yaklaşımlar, Mustafa Kemal’in ciddiye bile almadığı kavramlardı. Kadının insandan bile sayılmadığı  dönemlerdi ama, Mustafa Kemal için kadın veya erkek ayrımı yoktu. Yürek var mı, ona bakıyordu. Kendi elyazısıyla görev pusulası yazdı, imzaladı. "İstanbul’a git, Üsküdarlı Kuvvacı albay N eşet' beyi bul, bu pusulayı ona ver” dedi. Gitti, buldu... Pusulayı o

Hasan Tahsin "İlk kurşun"

Resim
İzmir işgal edildi.  İngiliz, Fransız, Amerikan, İtalyan ve Yunan zırhlıları körfeze demirlemişti. İzmir metropoliti Hrisostomos,etekleri uçuşarak gelmiş, diz çöküp işgal komutanının çizmesini öpmüş, haçını havaya kaldırarak o meşhur vaazını vermişti... ”Evlatlarım, bugün İsa’nın en büyük mucizesini göstermiş oluyorsunuz, bu uğurda ne kadar Türk kanı içerseniz, o kadar sevaba girmiş olacaksınız, ben de bir bardak Türk kanı içmekle, onlara olan kin ve nefretimi teskin etmiş olacağım, azizler arkanızda!”  O sırada, siyah takım elbiseli, ince, uzun boylu bir delikanlı fırladı ortaya... Elinde revolver tabir edilen toplu tabanca vardı. ”Olamaz, böyle güle oynaya giremezler” diye ' haykırdı, peş peşe tetiğe bastı. Efsun alayının sancaktarı atının sırtından karpuz gibi düştü. Adeta zaman durmuştu. Kahkahalar suratlarda donmuştu. Sarıverdiler çevresini, ilk süngüyü iman tahtasına sapladılar, sonra neresine denk gelirse orasına... Hasan Tahsin henüz 30’undaydı. İlk üç günde 400 civarında a

Bigalı Mehmet Çavuş

Resim
Bigalı Mehmet Çavuş Bigalı Mehmet çavuş, Seddülbahir’de vuruşuyordu.  Mermisi bitince tüfeğini kırarak İngilizlere fırlatmışt ı Tüfek parçası kalmayınca taş fırlatarak mücadele etmişti. İstihkâm küreğiyle saldırmıştı. Başından ciddi şekilde yaralanmıştı, avuçları paramparçaydı ama, İngilizleri püskürtmeyi başarmıştı. Mustafa Kemal bu kahramanlığı duydu... Bigalı Mehmet’e gümüş sigara tabakası hediye etti. Çanakkale Boğazı komutanı Cevat Paşa’ya rapor yazdı. Örnek olması için Ödüllendirilmesini talep etti. Muharebe Madalyası verilmesini sağladı. Bu olay, İstanbul gazeteleri tarafından haberleştirildi. Bigalı Mehmet, Çanakkale’nin sembolü haline geldi. Mustafa Kemal tarafından madalya sahibi yapılan, memlekete tanıtılan Bigalı Mehmet çavuş, ”MEHMETÇİK" kavramının isim babası oldu. Bigalı Mehmet’ in verdiği ilhamla,  bu olaydan sonra Türk askerine ”Mehmetçik" denilmeye başlandı.  Bigalı Mehmet savaştan sonra evine, Biga'nın Bahçeli Köyü’ne döndü. Kendisine teklif edilen ma

Topkapılı Cambaz Mehmet

Resim
Çanakkale savaşı. Emrindeki erlerden biri Topkapılı Mehmet'ti. Eski tulumbacıydı.Kolunda meşin bileklik, boynunda muska taşıyordu. Kabadayıydı. Mustafa Kemal bu bıçkın askerini manga komutanı yaptı. En tehlikeli görevleri hep ona veriyordu. ”Göreyim seni Topkapılı” diyerek sırtım sıvazlıyor, her defasında bir bölük asker göndermiş kadar netice alıyordu. Topkapılı’yla temasını hiç koparmadı... 19 Mayıs’ta Samsun’a çıktığında, gizli istihbarat için kurduğu Mim Mim Grubu’nun başına getirdi. Anadolu’ya silah, cephane, adam kaçıran bu yurtsever kabadayı ”Topkapılı Cambaz Mehmet” adıyla nam saldı. Sustalı, tabancalı onlarca elemanı vardı.' Sokakta müthiş bir istihbarat ağı kurmuştu. Yaprak kımıldasa haberi oluyordu. Filmi çekilmesi gereken operasyonlara imza attı. Mesela, İngiliz işgal kuvvetleri komutanı general Harrington'ın makam otomobilini çaldı, kendisi sürerek götürdü, Ankara'da Mustafa Kemal’e hediye etti! Bizzat Atatürk tarafından İstanbul milletvekili olma

Bu Nasıl Bir Rüya..!

Resim
Bilim, felsefe ve teknoloji dünyasının en zekileri, geliştirdiğimiz bu teknolojilere bakıp bir simülasyon içinde yaşıyor olma ihtimalimizi sıkça hatırlatırken, içlerinden bazdan da bunun sadece mümkün olmakla kalmayıp, çok kuvvetli bir olasılık olduğunu vurguluyor. Kimi zaman bir teknoloji peygamberi gibi, kimi zaman da ardındaki kişisel planlarını anlamakta güçlük çektiğimiz bazı korkutucu projeleri nedeniyle gelecekte bir tiran olmaya hazırlanıyor gibi görünen Elon Musk da onlar arasında.  Bu, modem zamanlara özgü bir çılgınlık değil. Tarih boyunca yaşamış tüm düşünürler öyle ya da böyle, benzer bir tablo sunarak çağdaşlarım şaşırtmayı başardı. “Rüyamda bîr kelebektim. Uyandığımdaysa rüyasında kelebek olduğunu gören bir insan mı, yoksa rüyaya dalıp kendini bir insan olarak gören bir kelebek mi olduğumu bilmiyordum" diyen Çinli filozof Chuang Tzu da benzer bir şeyden bahsediyordu. Dördüncü yüzyılda yaşamış olan filozofun, gerçekliğin doğasından emin olamayacağımızı acımasızca dil

İNSANIN CENNETi

Resim
Günümüzde sanal gerçekliği, ebedi yaşam imkânı gibi gören fütüristlerin öngörüsüne göre, biyolojik yaşlanmayı durduramasak bile bir gün hepimiz zihnimizi dijital bir dünyaya aktarabilme lüksüne sahip olabiliriz. Çok da uzak olmayan bir geleceğe uzanıp teknolojinin başımıza açabileceği işleri konu alan İngiliz TV dizisi Black Mirror’ın bir bölümünde karşılaşmış olduğumuz benzer bir senaryoda, ölmek üzere olan insanlar, kendi seçimleri doğrultusunda, yaşamlarına hayal ettikleri gibi bir dünyada, olmak istedikleri kişi gibi devam etme şansına sahip oluyordu. Ama gerçekçi olalım. Kendi “cennetlerinde” sonsuza dek yaşama fırsatı sunulan insanlar, bir noktada bundan sıkılmaya başlamaz mı? En sevdiğimiz kişilerle, hayallerimizdeki gibi bir yerde, sadece zevk aldığımız faaliyetleri tekrarlayarak yaşamak, bir süre sonra hayatı sıradan ve sıkıcı bir rutine dönüştürebilir. O zaman bunun pek de iyi bir fikir olduğu söylenemez. Öyleyse içinde hayatta kalma arzusuyla yaşanacak doğru simülasyon model

SANAL GERÇEKLİK

Resim
Tam ölçekli bir sanal gerçeklik ortamı, başlığı taktığınızda çevrenizi bir anda saran etkileşimli bir dünyada bulunuyor gibi hissetme imkânı sunuyor. Fiziksel gerçeklikteki “her şeyin ortasında ben varım” hissi burada da mevcut. Bu setler aşina olduğumuz hakikat algısını değişime uğratmadan sunabilme iddiasında. Dolayısıyla onun tam anlamıyla sanal bir dünya olduğunu söyleyebiliriz.  O zaman şöyle bir düşünce deneyi yapalım: Bir insanı çok uzun bir süre boyunca uyutup, bu esnada önceki yaşamını unutmasını sağlasak, böyle bir sanal gerçeklik içinde tekrar uyandırdığımızda, onun gerçek dünya olamayacağını düşünür müydü? İçinde bulunduğu sanal ortamı bir yanılsama olarak görme şansı var mı?  Sanal bir dünyada uyanan bu hayali karaktere Bay X diyelim. Şimdi aynı deneye, bu kez başlığı kullandığının bilincinde olan başkalarını da dahil edelim. Ve hepsini World of Warcraft oyununun dünyasına ışınlamış olalım. Son derece katmanlı, detaylı olan bu sanal dünyada oyuncular birbirleriyle tıpkı ge

Yalan Dünya

Resim
  Hepimiz sanal ile gerçeği ayırt etme konusunda iddialı olduğumuzu düşünürüz. Duyularımız yoluyla algılanarak elde edilen dış dünya verileri beyne iletildiğinde, gözlem ya da deneyimler için tutarlı bir kayıt oluşturduğumuzu sanıp, fikirlerimizi de bu deneyimler üzerinden yaratıyoruz. Ne de olsa beynimiz tam bir gerçeklik makinesi gibi çalışıyor. Ama şimdi bir daha düşünelim. Aslında gerçeklik algımızı test etmenin çok basit bir yolu var: Paraya verdiğimiz değeri sorgulamak. Hatta paranın gerçekte ne olduğunu hatırlamak için zamanı biraz geri sarabiliriz. Bilim yazarı Marcus Chown,  Hepimiz sanal ile gerçeği ayırt etme konusunda iddialı olduğumuzu düşünürüz. Duyularımız yoluyla algılanarak elde edilen dış dünya verileri beyne iletildiğinde, gözlem ya da deneyimler için tutarlı bir kayıt oluşturduğumuzu sanıp, fikirlerimizi de bu deneyimler üzerinden yaratıyoruz. Ne de olsa beynimiz tam bir gerçeklik makinesi gibi çalışıyor. Ama şimdi bir daha düşünelim. Aslında gerçeklik algımızı t

Kırık Cam Teorisi

Resim
"Suçlarla mücadeleyi nasıl başardın" sorusuna New York'un efsane Belediye Başkanı Giuliani'nin cevabı şöyle olmuştu..  "Metruk bir bina düşünün. Binanın camlarından biri bile kırılsa, o camı hemen tamir ettirmezseniz, çok kısa sürede, oradan geçen herkes bir taş atıp, binanın tüm camlarını kırar. Ben ilk cam kırıldığında hemen tamir ettirdim. Bir elektrik direğinin dibine ya da bir binanın köşesine, biri, bir torba çöp bıraksın. O çöpü hemen oradan kaldırmazsanız, her geçen, çöpünü oraya bırakır ve çok kısa bir sürede dağlar gibi çöp birikir. Ben ilk konan çöp torbasını kaldırttım." Bir sokağın suç bölgesine dönüşme süreci önce tek bir pencere camının kırılmasıyla başlıyor. Çevreden tepki gelmez ve cam hemen tamir edilmezse, oradan geçenler o bölgede düzeni sağlayan bir otorite olmadığını düşünüyor, diğer camları da kırıyorlar. Ardından daha büyük suçlar geliyor; bir süre sonra o sokak, polisin giremediği bir mahalleye dönüşüyor. Bunu anlayan New York polis

Bin yıl önce Kuran’ı ve peygamberliği sorguladı: İbn er-Revandi

Resim
İbn er-Revandi, İslam kültür dünyasında  Kuran  ve peygamberlik kurumuna eleştiri yönelten ilk düşünürlerin başında gelir. Fakat b u eleştirilerini onun kendi kaleminden okuma fırsatımız yoktur, çünkü eserleri kayıptır. Müslüman düşünürler içinde ondan bahseden çok sayıda yazar vardır, fakat geçtiğimiz yüzyılın 30’lu yıllarına kadar çok fazla bir şey bilinmiyordu. Şu talihe bakın ki İbn er-Revandi’nin eserlerinden önemli alıntılar yapan İbn al-Muayyed Şirazi’nin kitaplığının bulunmasıyla birlikte bilim dünyası er-Revandi hakkında daha çok bilgiye sahip oldu. Er-Revandi’nin eleştirileri İbn er-Ravendi, Mutezile çevresinden uzaklaştıktan sonra önce Şii davasının ateşli savunucularından biri olmuş, bu dönemde ardı ardına risaleler kaleme almış, ancak sonra Rafizi Ebu İsa al-Varrak’ın etkisinde kalarak (1) serbest düşünceli çevrelerle tanışmış ve onların en vurucu üsluba sahip teorisyeni olmuştur. Horasanlı düşünür er-Revandi’nin keskin üsluplu risaleleri, sadece İslam’ı ve  Kuran ’ı değil