Kayıtlar

2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yılbaşı ve Noel kutlamaları nasıl başlamıştır.?

Resim
Noel  sözcüğü köken olarak Latince Natalis (doğum) kelimesinden gelmektedir. Türkçe'ye Fransızca Noël (Noel sezonu) sözcüğünden geçmiştir. Fransızca "haber" veya "yeni" anlamındaki "nouvelle" kelimesinden geldiği de düşünülmektedir. Ayrıca Galya dilinde "noio" yani yeni anlamına gelen kelime ile "hel" güneş anlamına gelen kelimenin birleşmesiyle oluşan "Yeni Güneş" anlamına geldiği düşünülmektedir. Noel, her yıl 25 Aralık tarihinde Hz. İsa'nın doğumunun kutlandığı Hristiyan bayramını ifade etmek için kullanılır. Ayrıca Doğuş Bayramı, Kutsal Doğuş veya Milât Yortusu olarak da bilinir. Yıl başı veya yeni yıl kutlamaları ise bambaşka bir konudur. Bu tarz kutlamalar, Hristiyanlık öncesinde de yapılmaktadır. Örneğin, Orta Asya'daki Türkler farklı dönemlerde yeni yıl olarak Nardugan ve Nevruz'u kutlamışlardır. Konunun detaylarını aşağıda bulabilirsiniz. Hristiyanlık aleminde yılbaşı ve noel kutlamaları nasıl başlamış

İslami açıdan yılbaşı ve noel kutlamaları nasıl değerlendirmelidir?

Resim
İslami açıdan yeni yıl kutlaması yapmak haram olarak nitelendirilebilecek bir konu değildir. Yeni yılın daha iyi geçmesini umut etmek, yeni bir yıla daha ulaşmanın mutluluğunu yaşamak, mümkünse dualar etmek, aile bireyleriyle buluşmak ve hediyeleşmek dini ritüel'lerle ilgili bir konu değildir.  Diğer taraftan, noel (christmas) dini bir ritüel olduğu için İslam anlayışında bunun herhangi bir yeri yoktur. Noel ağacı hazırlamak, noel baba'nın gelmesini beklemek, noel hediyeleri hazırlamak, ... zaman içerisinde değişikliğe uğramış bir dinin sonradan eklenen gelenekleridir. Bu tarz gelenekleri uygulamak, Kuran'da doğrudan haram olarak belirtilen bir konu değildir. Ancak bazı ayet ve hadislerden konuyla ilgili çıkarımlar yapılabilir. Örneğin: Sonra seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma. Çünkü onlar Allah'a karşı sana hiç bir fayda veremezler. Doğrusu zalimler birbirlerinin dostlarıdır. Allah da takva sahiplerinin dostudur. [Ay

Lamalar grip olmamızı önleyebilir.!

Resim
Lamalar ve develerde bulunan bir antikor Üzerinde çalışan bilim insanları, bunun grip enfeksiyonlarını önleyebilecek uzun ömürlü bir aşı olabileceğini söylüyor.  Fareler üzerinde yapılan deneyler, geliştirilen antikorun başarısını onayladı.  Grip virüsünün genleri, virüsün kendi yüzeyinde taşıdığı ve hemogglutinin (HA) olarak adlandırılan biyoişaretçi türünü sürekli değiştirmesine yardımcı olur. Bu nedenle, öncesinde kullanılan antikorlar virüsün gelecek nesillerini işaretlerken aynı başarı oranını kaydedemiyordu. Dolayısıyla her yıl yeni aşılar geliştirilmesi gerek.  Grip virüsünü hedef alıp, değişime rağmen etkisiz hale getirebilen bu yeni antikorlar küçülerek virüslerin içine sızıyor. Dahası, onlarla yapılacak olan aşılama, burun içine püskürtmek kadar basit bir yöntemden ibaret. Yani burun spreyi kullanarak grip virüslerine karşı aşılanmanın mümkün olacağı bir geleceğe adım atmış olduk. 

Elektrik üreten perde

Resim
Turkcell'in Arıkovanı adlı kitlesel fonlama,platformu, güneş enerjisinden yararlanarak, bir evin elektrik ihtiyacınının Üçte birini karşılayabilen perde görünümlü güneş panelleri projesine ev sahipliği yapıyor.  "Solar Curtain" adlı projede tanıtılan perdelerin dışarıya bakan kısmında güneş panelleri mevcut. Üretilen elektriğin anlık olarak kontrol edilebildiği sistem, katlanabilir stor perdeler görünümünde.  Perdenin Üzerindeki fotovoltaik hücrelerin verimliliğiyse yüzde 22. Yani ticari amaçlı panellerin günümüzde ulaştığı en yüksek verimlilik değerine sahip. Perdeler ayrıca özel kumaşı sayesinde, bulunduğu ortamın ısısını da kontrol altında tutabiliyor.  Popular Science - Aralık 2018

Amerika kıtasının gerçek sahibi kızılderililer kimdir.?

Resim
Kızılderililerin hikayeleri tecrübelerinden ve inançlardan doğmuştur. Tecrübeleri inançlarıyla yoğurmuş ve olağanüstü bir kalıba sokmuşlardır. Bazıları toprağın güzelliklerini ve gücünü tasvir eder. Bazıları tabiat harikalarını, yaradılış muammasım, dünya şimdiki haline gelinceye kadar geçirilen dönemleri, aşılan zorlukları; mevsimlerin, ateşin, ışığın, savaşların, adetlerin kaynağını, inançların sebebini açıklamaya çalışır. Bazı hikayeler sadece hayvanlar arasında, bazı hikayeler sadece insanlar arasında geçer. Ama çoğu hikayelerde hayvanlar, insanlar, bitkiler, göklerdeki cisimler, yer altındaki varlıklar, ölüler, diriler, ruhlar, hepsi bir aradadır. Her varlığa bir şahsiyet verilmiştir, cinsiyet verilmiştir. Bu şahsiyet ve cinsiyetler kabileden kabileye değişebilir. Mesela, güneş bazen karşımıza kadın olarak çıkar, bazen erkek... Bazı mefhumlar bile canlı yaratıklardır; mesela, ihtiyarlık, fakirlik, açlık insanoğluna ilelebet musallat olacak uç canavar olarak tasvir edilir. İyiler v

Komünist teşekküller ve Mustafa Kemal

Resim
Milli mücadele yıllarında, Ankara ve Eskişehir gibi vilayetlerde kurulan komünist teşekküller TBMM içindeki tesirine ve faaliyetine göre üç safhada belirmiştir. Birincisi “Yeşil Ordu” hareketidir. İkincisi Türkiye Komünist Partisi’nin legal faaliyeti ve veçhesi olan “Halk İştirakiyun Fırkası”, üçüncüsü de Mustafa Kemal Paşa’nın yakın arkadaşlarına teşekkül ettirdiği muvazaalı [danışıklı] “Türkiye Komünist Partisi’dir.” Bunlardan “Yeşil Ordu” yarı gizli, muvazaalı Komünist Partisi açık, “Halk İştirakiyun Fırkası” açık kuruluşlardır. Mustafa Kemal Paşa’nın kurdurttuğu muvazaalı partinin dışında üç komünist kuruluşun Bakü’de Mustafa Suphi’nin başında bulunduğu “Türkiye Komünist Partisi” ile ilgileri olduğuna dair, “İstiklâl Mahkemeleri”nde belirtildiğine göre karine değerinde bilgiler ortaya dökülmüştür. Ankara’da talimatla bir Komünist Parti de kurdurulur. Mustafa Kemal Meclis’in gizli oturumunda [22 Ocak 1921], Bakü’de Kömünist Fırkası’ adıyla bir başka parti daha kurulduğunu anlatır ve
Resim
Mustafa Kemal’in konuşmalarını izlediğimizde çoğulculuktan yana olduğunu saptayabiliriz. Ama Türkiye’nin o günkü koşulları ne yazık ki çok partili hayata geçiş için uygun olmamıştır. CHP, Avrupa’da ortaya çıkan faşist ya da komünist partiler gibi bir işleve sahip olmamıştır. Bunu sağlayan da Atatürk’ün demokrasiye inancı olmuştur. Önemli siyaset bilimcilerden Maurice Duverger’nin bu yöndeki analizi şöyledir: “Bazı tek partiler, gerek felsefeleri gerek yapılan bakımından gerçek anlamda totaliter değildir. Bunun en iyi örneğini, 1923’ten 1946’ya kadar Türkiye’de tek parti olarak faaliyet göstermiş bulunan Cumhuriyet Halk Partisi sağlamaktadır. Bu partinin başta gelen özelliği, demokratik ideolojisindedir. Bu ideoloji, hiçbir zaman faşist ya da komünist kardeşleri gibi, bir tarikat ya da kilise niteliği taşımamış, üyelerine bir iman ya da bir mistik empoze etmemiştir. Kemalist devrini, özü bakımından pragmatiktir. Ödevi, Ortadoğu uluslarının modernleşmelerîni önleyen başlıca engele, yan

PARADOKS NEDİR..?

Resim
Gündelik hayat içerisinde, insanoğlu sürekli bir şeyler öğrenmektedir. Bu öğrenmeler, bilgi türlerinin değişik türleri içerisinde olabileceği gibi, sadece tek bir bilgi türü içerisinde de şekillenebilmektedir.  Öğrenilen veya zaten zihinde var olan bilgiler, genel anlamda insan mantığına uygun bir şekilde şekillenmektedir. Paradoks kavramı da, tam da bu noktada devreye giren bir kavramdır. İnsan zihninde var olan ve de doğruluğuna kesin olarak inanılan bilgilerin ya da ifadelerin, kendi içerisinde çelişkili olması ve insan mantığının sınırlarına ters düşmesi paradoks olarak adlandırılmaktadır. Paradoks kavramı, sadece bu şekilde tanımlanamayarak çok daha değişik türde de tanımlanabilmektedir. Kavramın Türkçedeki anlamı ise, çatışkı veya çelişki şeklindedir. Doğruluğuna inanılan herhangi bir ifadenin ya da bilginin insan sezgilerine ters düşmesi bir paradokstur. Yine herhangi bir ifadenin veya ön görünün, eyleme geçmesiyle öngörülenin tam tersi sonuçlar vermesi de paradoks olarak yoruml

Kimyasal silah

Resim
Kasabanın 16.000 sakininin birçoğu ya yataktaydı ya da işe gitmeye hazırlanıyordu ki, sabah 6:30'da bombanın düştüğü fırının ve tahıl ambarlarının civarından süt beyazı bir sis yayılmaya başladı. Bölgeye ilk varanlar evlerde ve yerlerde yatan bedenleri gördüler. Hiçbirinde bir darbe izi yoktu. Bazılarının dudakları morarmıştı ve aralarında hâlâ kasılanlar vardı. Kimi insanların ağzından burnundan köpük geliyordu. Neredeyse hepsinin gözbebekleri küçülerek nokta gibi olmuştu.  Stefan Mogl bu saldırı haberi bilgisayar ekranına düşünce korkunç bir deja vu hissine kapıldı. İsviçre'nin önde gelen ulusal savunma laboratuvarındaki ofisinde oturan analitik kimyacı, o bahar sabahı Suriye’den gelen fotoğraflan çok yakından tanıyordu. Dört yıl önce Şam'ın Guta adlı semtinden gelen benzer görüntüleri saatler boyu izlemiş ve Alman Der Spiegel dergisine saldırının kurbanlarının büyük olasılıkla yasaklanmış bir sinir gazına maruz kaldığını belirlemede yardımcı olmuştu. Mogl, Han Şeyhun'

Salih Bozok anlatıyor "1938,İSTANBUL"

Resim
Bir gece İstanbul valisi uykusundan apar topar uyandırıldı. “Vali hazretleri, Atatürk’ü bulamıyoruz. Sarayın her yerini aradık. Galiba gizlice çıkıp gitmiş.”  Uzun bir süre aradıktan sonra Atatürk’ü bulduk. Meğer, bir düğüne katılmış, sohbet ediyor, gülüyor, eğleniyormuş. Birden benim ve valinin de içinde olduğu bir grup görevlinin düğün mekânına doluştuğunu görünce keyfî kaçtı. Okulu kırarken yakalanmış bir çocuk gibi hem mahcup hem kızgın bizlere bakıyordu.  O gecenin bitmesini istemiyordu, orkestraya işaret etti, zeybek oynamak istiyordu.  Belki de son kez...  Artık sağlığı buna el vermezdi. “Paşam çok yoruldunuz, uygun görürseniz dönelim,” desem de engelleyemedim.  Oynamaya başladığı an, büyük bir acıyla gözlerinde ölümü gördüm.  Yıllar önce hepimiz gencecik birer askerken, Selanik’teki gazinoda oynadığı zeybeği hatırladım. Yine öyle haşin bir kartal gibi kollarını açtı, kararlılıkla sertçe dizini yere vurdu. Belki de gözlerinin önünden o yıllar geçiyordu ama bu sefer burnundan bir

Salih Bozok anlatıyor..

Resim
Bir süre sonra Zübeyde Anne’nin hastalığı iyice arttı. Doktorlar da artık bir fayda sağlayamıyorlardı. Bir gün Zübeyde Anne beni yanına çağırdı. “Bak Salih oğlum, sana önemli bir şey söyleyeceğim. Git oğluma söyle, bu işe aklım yatmamıştır. Bu kızcağız benim oğlumu sevmez, Mustafa Kemal Paşa’yı, Gazi Paşa’yı sever. Ama kendisi de bilmez benim oğlumu sevmediğini. O ister, otursun Çankaya’da, olsun büyük hanımefendi. Salih sana vasiyetimdir, söyle Mustafama, bu kızla evlenmesin. Mutsuz olmasın yavrum.” İşte paşam, annen yıllar önce bana böyle söylemişti. Ama ben bunu sakladım. Latife’yle çok mutlu olacağını düşündüğüm için bu sözleri sana hiçbir zaman söylemedim. Zübeyde Anne gerçeği görmüştü ama ben bunu senden sakladım. Bunu ancak şimdi itiraf ediyorum. Kaynak "Arkadaşıma veda" Zülfü Livaneli

Mustafa Kemal'in doğduğu yıl..!

Resim
MUSTAFA KEMAL’in dünyaya geldiği yıl, Osmanlı İmparatorluğu resmi olarak iflas etti. Padişah Abdülhamid’ di. Düyun-u Umumiye kuruldu. “Genel borçlar” anlamına geliyordu. Devletin borçlarına karşılık, alacaklılar tarafından devletin gelirlerine el konuldu.  Yedi kişilik yönetim kurulu vardı. Ingiliz, Alman, Fransız, Avusturyalı, İtalyan’dı. Sadece borçların ödenmesini takip etmek için kurulmamıştı, devletin geIir kaynaklarını bizzat yönetmek için, devletin gelirlerini bizzat tahsil etmek için kurulmuştu.  “Haciz” kuruluşuydu. _  Devletten büyük hale gelmişti, öyle ki, devletin maliye bakanlığında beş bin memur çalışırken, Düyun-u Umumiye emrinde dokuz bin memur çalışıyordu. “Ecnebi maaşı” dolgundu; Eğitimli gençlerimiz kendi devletine faydalı olmaktansa, Düyun-u Umumiye’de işe girmek için yarışıyordu. Prim sistemi vardı. Kendi milIetinin gırtlağına sarılan memurumuz, takdir ediliyordu. Kendi milletinin gırtlağını en çok kim sıkıyorsa, 0 ödülIendiriliyordu. Bölge müdürlüğü sayısı 26’ydı.

Anıtkabir 10 Kasım 1953

Resim
10 Kasım 1953... Top arabasına yerleştirildi. Opera,Ulus,TBMM,Gar,Tandoğan güzergâhlarıyla Anıtkabir'e ulaştı. Şeref holünün katafalkına yerleştirildi. Cumhurbaşkanı Celal Bayar konuşma yaptı. "Atatürk... Seni halife yapmak, padişah yapmak isteyenler oldu. İltifat etmedin. Milli irade yolunu seçtin. Hayat ve şahsiyetini milletinin hizmetine vakfettin. Türk’ün gıpta ettiği, taziz ettiği, Övdüğü ve Övündüğü vasıflara maliktin, bütün bu meziyetlerinle Türk’ün ta kendisiydin. ' Şimdi seni, kurtardığın vatanın her köşesinden gönderilen mukaddes topraklara veriyoruz. Bil ki, hakiki yerin, daima inandığın ve bağlandığın Türk Milleti’ nin minnet dolu sinesidir. Nur içinde yat.” HER 10 KASIM'DA YENİDEN DOĞUYOR. SONSÖZ DEĞİL, DÜNYA DURDUKÇA ÖNSÖZDÜR. MUSTAFA KEMAL İLELEBET PAYİDAR KALACAKTIR. Kaynak: "MUSTAFA KEMAL"-Yılmaz Özdil

10 Kasım'a doğru...

Resim
7 Eylül... Karnından iğneyle su çekilmeye başlandı, 12 litre su birikmişti. Neredeyse tenekeyi doldurmuştu. Biraz rahatladı. Günler sonra ilk kez derin bir ohh çekti. Çok zayıflamıştı. 46 kiloya düşmüştü. 21 Eylül’de ikinci defa su alındı. Gene 12 litre birikmişti. ' Yatağından kalkamıyordu. Uyurken sayıklıyordu. 14 Ekim’de üçüncü defa su alındı. 10.5 litre birikmişti. Şiddetli bulantı hissediyordu. Öğürtüyü kesmek için küçük buz parçaları yutturuluyordu. 29 Ekim 1938... Bitkindi. . Cumhuriyet Bayram1 törenlerine katılabilmeSl imkânsızdı. Sabiha Gökçen başucundaydı gözyaşlarını içine akıtarak ”gelecek seneki törenlere katılırsınız diye moral vermeye çalışıyordu ki... El işaretiyle Sözünu kesti. “Bana gelecek bayramdan bahsetme Gökçen” dedi. ”Hatta gelecek aydan da bahsetme, ekim ayım Çıkarabilsem bile kasım ayını çıkarabileceğimi sanmıyorum." Artık yemek yiyemiyordu... 1 Kasım, tereyağı sürülmüş bir dilim ekmeği ucundan ısırabildi, bütün gün hepsi buydu, portakal suy

Siroz hastalığı ve Mustafa Kemal

Resim
Mustafa Kemal sirozla alakalı Fransızca kitaplar getirtti. Hastalığının ne olduğunu Öğreniyordu. Hangi aşamada olduğunu bizzat tespit ediyordu.  Öleceğinı' biliyordu...  Devlet işlerinin aksamaması için, kendisinden sonrasına hazırlık yapılması için, yaklaşık Ölüm tarihini kestirmeye çalışıyordu. O sırada İsviçre’de bulunan manevi kızı Afet İnan’a mektup yazdı. Satırlarında her zamanki gibi gerçekçiydi, kaçınılmaz gidişatı gayet net ifade ediyordu. ”Vaziyetim şudur, yanlış görüş ve hükümler sebebiyle hastalığım durmamış, ilerlemiştir” diyordu.  O tarihte karaciğer biyopsisi yapılamıyordu.  Ölüm sonrası otopsi de yoktu.  Dolayısıyla, Mustafa Kemal’in siroza yakalanma sebebinin, alkol, sıtma veya Virütik hepatit gibi nedenlerden hangisine bağlı olduğunu söyleyebilmek mümkün değildi.  Bu soru işareti, tıp dünyasının en çok tartışılan konularından biri oldu... Parazitoloji ve mikrobiyoloji uzmanları arasında,Mustafa Kemal’in’ ’şistozoma” türü parazitler yüzünden siroza yakalandığı görü

"NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE" kavramının kökeni...!

Resim
1933 yılında Üniversite Yasası hazırlanıyordu. Taslakta yer almıyordu, ”arkeoloji enstitüsü”nü monte ettirdi.  ”Tabiatın esrar dolu sinesine her gün daha çok girmekte olan insan zekâsı, realiteye kavuşmak için, insanlık tarihini aydınlatacak ilimler bulmuştur. Arkeoloji işte o ilimlerin başında gelir. Tarih, bu ilimlerin bulduğu belgelere dayandıkça temelli olur. Bizim topraklarımızdaki tarih belgelerimizin her bir parçası, bizim kültürümüzün aynasıdır” diyordu.  ”Ne Mutlu Türküm Diyene” kavramının, kökeniydi... Irk, din, dil, hatta zaman farkı gözetmeden, bu topraklarda varolan, bizden’di.  Nazi zulmünden kaçan Alman bilim insanlarına kucak açarak, ”çiviyazıları bilimi”nin Türkiye’de öğrenilmesini sağladı. Yüzyıllardır el sürülmeden duran Sümer tabletlerinin bilim dünyasına sunulmasını sağladı.  Üniversitede Sümeroloji bölümü açılmasını sağladı.  O güne kadar Sümerce deniyordu, Sümeroloji adını Mustafa Kemal koydu.   Kaynak: " MUSTAFA KEMAL " Yılmaz Özdil

Vatan haini gazeteci Ali Kemal

Resim
Ali Kemal, Peyam-ı Sabah gazetesinin sahibiydi. Asıl adı Ali Rıza’ydl. Vatan şairi N amık Kemal’e hayranlığından Ötürü Ali Kemal adıyla yazıyordu. Gel gör ki, vatan şairi'nin adım taşıyan Ali Kemal, vatan ve  basın tarihine, gelmiş geçmiş en şöhretli hain gazeteci olarak geçti.  İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kurucularındandı.  Milli Mücadele’ye düşmandı. ”Avrupa ile başa çıkmayı hangi Asya kavimi başardı ki, biz başarabilelim” diye makaleler yazıyordu.  Mustafa Kemal’den kişisel olarak nefret ediyordu. Mustafa Kemal’i saplantı haline getirmişti. ”Onunla tokalaşmak, eşkıyaya el uzatmaktır” diyordu.  ”Berduş” diyordu.  ”Derme çatma bir ordu kurmuşlar, dövüşüp duruyorlar, zırzoplar, tam istiklal isteriz diye tutturmuşlar, halbuki ne demiş Arap, elhekmü limen galebe, galibin dediği olur, işte bu kadar” diyordu.  Kuvvacıları şöyle tarif ediyordu:  ”Çanlarına ot tıkanıyor, moralleri pek düşük, çoğu yalınayak, teçhizatları noksan, gerçi birkaç kamyonları var ama, hepsi kullanılmaz halde,

Nutuk'tan...!

Resim
"Saygıdeğer efendiler, sizi günlerce işgal eden uzun ve teferruatlı nutkum, nihayet geçmişe karışmış bir devrin hikâyesidir. Bunda milletim için ve gelecekteki evlatlarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek bazı noktaları belirtebilmiş isem, kendimi bahtiyar sayacağım. Efendiler, bu nutkumla, milli varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin, istiklalini nasıl kazandığını, ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan milli ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım. Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen milli felaketlerin yarattığı uyanıklığm eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum. Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahların olacaktır. Bi

Harf Devrimi

Resim
Cumhuriyet beş yaşına geldi. Alfabeyi değiştirdi. Arap alfabesine dinsel anlamlar yükleniyordu. Arapça yazılmış tüm kitaplara ”kutsal kitap” gözüyle bakılıyordu. Arap alfabesiyle basılmış sıradan evraklar bile Islamiyetle alakalı zannediliyordu. Halk okuryazar değildi. En basit dilekçesini, mektubunu bile yazmaktan acizdi, Arapça yazmayı bilenler ”din adamı” olarak algılamyordu, iki satır mektup yazabilen ”ulema” muamelesi görüyordu. Bu kara cehaleti fırsata dönüştürüp ahaliyi istedikleri gibi yönlendiriyorlardı. Mustafa Kemal aslında taa 1905'te Şam’dayken alfabeye kafa yormaya başlamıştı. Daha Kurtuluş Savaşı devam ederken, Halide Edip Adıvar’a alfabeyi değiştirmek gerektiğini söylemişti. Türk alfabesine ”kolay okuma yazma anahtarı" diyordu. "Yüzyıllardır kafamızı demir çerçeve içinde tutan, anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmalıyız” diyordu. “Ya üç ayda yaparız ya hiç yapamayız" diyordu. Tüm yurtta seferberlik başlatıldı. Parklara

1923 ülkenin hali...!

Resim
29 Ekim 1923 Cumhuriyet ilan edildi. Nüfus 13 milyondu, 11 milyon köyde yaşıyordu. 40 bin köy vardı, 37 bininde okul yoktu. 30 bin köyde cami yoktu. Traktör sayısı sıfırdı, biçerdöver sayısı sıfırdı. Ayçiçeği üretimi yoktu, şeker üretimi yoktu. Ekmeklik un ithaldi, pirinç ithaldi. Bütün memlekette sadece beş bin hektar alan sulanabiliyordu. Bit’le başa çıkılamıyordu. Beş bin köyde sığır vebası vardı. Hayvanlar kırılıyor, insanlar kırılıyordu... Bir milyon kişi frengiydi, iki milyon kişi sıtmaydı, üç milyon kişi trahomluydu. Verem, tifüs, tifo salgını vardı. Bebek Ölüm oram yüzde 4O’ın üstündeydi. Dünyaya gelen her iki bebekten biri ölüyordu. Anne ölüm oranı yüzde 18’di. Her beş anneden biri ölüyordu. Ortalama ömür 40’tı. Memlekette sadece 337 doktor vardı. Sadece 60 eczacı vardı, sadece sekizi Türk’tü. Sadece dört hemşire vardı, sadece 136 ebe vardı. Yanmış bina sayısı 115 bin, hasarlı bina sayısı 12 bindi. Komple kül edilmiş köy sayısı binin üzerindeydi. Ülkeyi y

Ve saltanat kaldırıldı…!

Resim
1 Kasım 1922. Saltanat kaldırıldı. Devrimin en kritik hamlesiydi. Kurtuluş Savaşı’nda bileğimizi bükemeyen itilaf devletleri, Lozan görüşmelerine Ankara Hükümeti’nin yanı sıra İstanbul Hükümeti’ni de davet etmişti. Akılları sıra iki hükümeti ”eşit” gibi görüyorlardı. Padişahlık makamını muhatap almaya, bu yolla korumaya gayret ediyorlardı. Mustafa Kemal masaya yumruğunu vurdu. Meclis’te sıranın üstüne çıktı. Belki de ilk kez sesini bu kadar yükselterek konuştu... ”Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim gereğidir diye, müzakereyle verilmez. Hakimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hakimiyetine ve saltanatına el koymuşlardı. Bu tasallutlarını altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdir. Şimdi de Türk milleti, bunlara haddini bildirerek, isyan ederek, hakimiyet ve saltanatım fiilen kendi eline almış bulunuyor. Mevzubahis olan, millete hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir... Zaten v

Hindistan cevizi yağı

Resim
Hindistan cevizi yağının cilt bakımından, saç bakımına, yemeklerde kullanmaya ve yağ yakmaya kadar pek çok alanda kullanımı mümkündür. Hindistan cevizi yağı yüzünüz için hem nemlendirici hem temizleyici hem de leke giderici özelliğe sahiptir. Hindistancevizinin saymakla bitmeyecek faydalarını sizler için derledik… Hindistan cevizi yağı nedir? Tropik bölgelerde yetişen hindistan cevizi meyvesinin beyaz bölümünün kurutulması ve soğuk sıkım yöntemiyle sıkılmasıyla elde edilen bir yağdır. Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu Hindistancevizi yağının içeriğinde çok yüksek oranda doymuş yağ içerdiğini söylüyor. Uzun zamandır kötü bir şöhrete sahip olan doymuş yağın aslında sanıldığı gibi zararlı değil doğru kullanımı ile vücuda fayda sağlayacağını belirtiyor.  Saraçoğlu, Hindistan cevizi yağının nasıl kullanılacağını şöyle anlatıyor; “Hindistan cevizi yağı bütün ciltlere uygundur, kuru veya yağlı ciltler için hem ferahlık verir hem kırışıklığınızı önler. Çok yeni bir özelliğini bulduk. Ester reaksiy

İşgalci Yunanın mezalimi

Resim
Kurtuluş savaşında, Yunan işgalinde neler olduğu bizzat bir Yunan tarafından, araştırmacı gazeteci Tasos Kostopoulos tarafından belgelendi. 2007 yılında kitap haline getirildi. 1919-1922 Savaş ve Etnik Temizlik adım taşıyan bu belgesel kitapta, bizzat işgale katılan Yunan askerleri anlatıyordu... ”Uşak yakınlarındaki köyde Türk kadınları, çocuklar ve yaşlılar camiye kapanmıştı. Bizim askerler arasındaki reziller etraftan ot topladılar, sonra da otları yakıp caminin penceresinden içeri attılar. İnsanlar dumandan dışarı koşuştular. O zaman da bizim reziller kadın ve çocuklara atış talim tahtasıymış gibi ateş etmeye başladılar.” ”Eve girdim. Ölü bir Türk ihtiyarın cesedi üzerinden geçtim. İçeriden sesler geliyordu. 10 kadar askerimiz bir Türk kızının eteklerini kaldırmışlar, zorla dans ettiriyorlardı. Beni görünce ’gel sen de mezeden tat’ dediler. ’Ayıp’ dedim. Türk kızı yanıma koştu, ayaklarıma kapanarak ’kurtar’ dedi. Askerlere yalvardım, kadındır yapmayın dedim. Biri süngüsünü çıkarıp

Fatma Seher (KARA FATMA)

Resim
Esmerdi. Kara kaşlı kara gözlüydü. Simsiyah elbise giymişti.Simsiyah pantolon giymişti.Çizmeleri simsiyahtı.Tüfeği simsiyahtı. Kemerinde simsiyah kama vardı. Kamçısı simsiyahtı. Atı bile siyahtı. 34 yaşındaydı. Erzurumlu’ydu Binbaşı eşini Sarıkamış’ta kaybetmişti. Erzurum Kongresi’nde denk getirememiş, üç gün at sürerek Sivas Kongresi’ne gelmiş, yolunu gözleyip Mustafa Kemal’in karşısına dikilmişti. ”At binerim, silah atarım, bana iş ver” demişti. Fatma Seher’di. , Tarihi sıfatını Mustafa Kemal taktı. ”Keşke bütün kadınlar senin gibi olsa Kara Fatma” dedi! Elinin hamuruyla erkek işine karışmasın filan gibi cinsiyetçi yaklaşımlar, Mustafa Kemal’in ciddiye bile almadığı kavramlardı. Kadının insandan bile sayılmadığı  dönemlerdi ama, Mustafa Kemal için kadın veya erkek ayrımı yoktu. Yürek var mı, ona bakıyordu. Kendi elyazısıyla görev pusulası yazdı, imzaladı. "İstanbul’a git, Üsküdarlı Kuvvacı albay N eşet' beyi bul, bu pusulayı ona ver” dedi. Gitti, buldu... Pusulayı o