Dincilerin Kuranı ve Bilimi birbirleri ile ilişkilendirme çabaları


Dinin, kendini bu kadar öne çıkarıp siyasal ve toplumsal hayatı tasallut etmeye çalıştığı bir ülkede din eleştirisinin neredeyse hiç olmaması düşündürücü bir konu. Sanırım bu durum, din adına yapılan saldırı ve katliamlardan kaynaklanıyor. İnsanlar korkup siniyor. Oysa dinciler sürekli olarak bilime saldırıyor, kendi hurafelerini savunuyorlar. O halde aklı ve bilimi temel alan bir yaklaşımla dinin eleştirisi de yapılabilmelidir.
Üç semavi dinin de inananları kendi dinlerinin bilimle uyuştuğunu gösterme çabasında. Elbette bizi en başta kendi ülkemizdekiler, yani Müslümanlar ilgilendiriyor. İnternette İslam’ın ‘aslında’ ne kadar da akla ve bilime uygun olduğunu ‘kanıtlayan’(!) internet sitelerinin sayısı kabarık. Bu yönde bir hayli propaganda kitabı da mevcut. Peki, gerçekten böyle mi?
Bakalım…
“Görmediniz mi, Allah yedi göğü birbiriyle ahenktar olarak nasıl yaratmıştır. Onların içinde ayı bir nur kılmış, güneşi de bir çerağ yapmıştır” (Nuh Suresi, ayet 15-16) 

Eskinin paganları göğün yedi kat olduğunu, sekizincide de Tanrı(lar)ın ikamet ettiğini düşünüyordu. Bu inanç aynen İslam’a da geçmiş görünüyor. Oysa bugün bilim sayesinde biliyoruz ki yedi gök diye bir şey yoktur. Burada kast edilen eğer atmosferin tabakaları ise bunlar yedi değil 11 tanedir. Bu ayet, açıkça bilim dışıdır.
“Tanrı odur ki güneşi ziya, ayı da nur yapmıştır. Ona (aya ve ay’ın gittiği yere) konaklar belirlemiştir…” (Yunus Suresi, ayet 5)
Ay, nur (ışık) değildir; güneşten gelen ışığı yansıtır. Bu yüzden nur gibi görünür, gece bile parlar ama değildir. Konağı falan da yoktur! Bu ayet de bilim dışıdır.
“İnsan neden yaratıldığına bir baksın. Atılan bir sudan yaratıldı. (O su) sırt ile göğüs kafesi arasından çıkar. İste Allah insanı tekrar yaratmaya da kadirdir…” (Tarik Suresi, ayet 5-8)
O ‘su’, yani spermleri içeren meni sırt ile göğüs kafesi arasından değil testislerden çıkar. Bugün bilim sayesinde bunu net biçimde biliyoruz. Ama görünen o ki Kuran’ın yazarı bilmiyor! Bu ayet de açıkça bilim dışıdır.
“(Allah) yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi… Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye, ‘İsteyerek veya istemeyerek gelin!’ dedi. İkisi de ‘isteyerek geldik’ dediler” (Fussilet Suresi, ayet 11)
Ayetten anlaşılıyor ki evvela yeryüzü var, dağlar sonradan üstüne yerleştiriliyor! Bugün biliyoruz ki yok böyle bir şey. Dağ dediğimiz, yer tabakasındaki kırılma ve kıvrılmalarla oluşmuştur. Keza ayet göğün duman halinde yerden çıktığını söylüyor ki olanak yok. Baştan sona bilim dışı bir iddia daha! Gök dediği koca uzay boşluğudur, yer onun içinde küçücük olarak sonradan ortaya çıkmıştır. Dünya varken göğün duman halinde olması mümkün değil. Bazı yorumcular burada göğün duman halinde olması ifadesini Big Bang’in hemen ertesindeki durumla ilişkilendiriyorlar. Ama ilgisi yok çünkü ayette evvela yeryüzü hakkında bilgi veriliyor, sonra bu ifade geçiyor. Dünya varken gök duman halinde olamaz çünkü dünya zaten göğün içinde bir noktadır. Bu ayeti, dünyayı temel alan, göğe dünyadan bakan bir insanın yazdığı açık olsa gerek. Bu ayet de açıkça bilim dışıdır.
“…Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkar edip ona ortaklar mı koşuyorsunuz?..” (Fussilet Suresi, ayet 9)
Yerin iki günde ortaya çıkmadığını bugün bilim sayesinde net biçimde biliyoruz. Bu ayet de yanlış.
“(Allah) gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı, sizi sarsmasın diye yere de ulu dağlar koydu…” (Lokman Suresi, ayet 10)
Dünyadan bakınca gök bir tavan (kubbe) gibi göründüğü için böyle bir ayet yazılmış. Üstümüze düşebileceği düşünülmüş, direksiz durmasına hayret edilmiş ve onu tutanın Tanrı olduğu söylenmiş. Oysa gök bir tavan değildir, küçük dünyamızı da kapsayan ve dünyamızdan karşılaştırılamayacak ölçüde büyük olan bir boşluktur. Üstümüze düşmesi zaten olanaksızdır. Açıkça bilim dışı bir ayet daha! Öte yandan, dağların yer oynamasın diye yaratıldığı iddiası da bilim dışıdır. Bilim kanıtlamıştır ki tam da yerin hareket edip yeryüzündeki tabakaların kıvrılması ve kırılmasıyla dağlar oluşmuştur zaten! Yani ayette yazanın tam tersi söz konusudur.
“(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?” (Gaşiye Suresi, ayet 17-20)
Gök yükseltilmemiştir. Burada göğün başta dünyayla yapışık olduğunu sanan eskinin (pagan inancından kalma) hikayesi tekrarlanmış. Bilim gösterdi ki gök dediğin uzaydır ve dünya onun içindedir. Dolayısıyla göğün dünyadan yükseltilmesi diye bir şey söz konusu olamaz. Ayetteki ifade açıkça bilim dışıdır. Öte yandan, ayette yeryüzünün de ‘yayıldığı’ ifade ediliyor. Ama yeryüzü (dünya) yuvarlaktır, bu yüzden yayılamaz. Düz zeminde olan şeyler yayılabilir ancak. Anlaşılıyor ki Kuran yazarının dünyanın yuvarlak olduğundan da haberi yok! Düz sanıyor.

“Bizim, yeryüzüne gelip, onu uçlarından eksilttiğimizi görmediler mi? Allah (dilediği gibi) hükmeder. Onun hükmünü bozacak kimse yoktur. Ve o hesabı çabuk görendir” (Rad Suresi, ayet 41)
‘Uçlarından eksiltmek’ mi? Yeryüzü yuvarlaktır ve ucu yoktur, dolayısıyla uçlarından eksiltilemez. Ama onu düz sanıyorsanız ucu da olur elbette! Kendi yarattığı dünyanın şeklini bilmeyen bir Tanrı olabilir mi?
”83. (Ey Muhammed!) Bir de sana Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. De ki: ‘Size ondan bir anı okuyacağım.’
84. Biz onu yeryüzünde kudret sahibi kıldık ve kendisine her konuda bir yol verdik. 
85. O da (Batı’ya gitmek istedi ve) bir yol tuttu.
86. Güneşin battığı yere varınca, onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar buldu. Orada bir kavim gördü. ‘Ey Zülkarneyn! Ya cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın’ dedik. 
87. Zülkarneyn, ‘Her kim zulmederse, biz onu cezalandıracağız. Sonra o Rabbine döndürülür. O da kendisini görülmedik bir azaba uğratır’ dedi. 
88. ‘Her kim de iman eder ve salih amel işlerse ona mükafat olarak daha güzeli var. (Üstelik) ona emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.’ 
89. Sonra yine (doğuya doğru) bir yol tuttu.
90. Güneşin doğduğu yere ulaşınca onu, kendileriyle güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.” (Kehf suresi)
Görüldüğü gibi Kehf Suresinde bugün yanlış olduğunu kesin bildiğimiz, bilim dışı iki iddia yer alıyor. Zülkarneyn’in önce Batı’ya, ‘güneşin battığı yere’ ve sonra da Doğu’ya, ‘güneşin doğduğu yere’ vardığı yazılarak, güneşin dünyanın etrafında dolaştığı iddia edilmiş. Oysa biliyoruz ki güneş dünyanın etrafında dönmez, güneşin batıda ve doğuda batıp doğduğu yerler de yoktur. Dünya kendi etrafında döner sadece. İkinci bilim-dışı ve kesin yanlış iddia ise, güneşin ‘siyah balçıklı bir su gözesinde battığı’ iddiasıdır. Oysa güneş hiçbir yere batıp çıkmaz. Dünya kendi etrafında döndüğü için, dünyadan bakılınca sanki güneş bizim etrafımızda dönüyor ve bir yere batıyor gibi görünür. Hatta günlük dilde de ”Güneş batıyor” deriz. Oysa güneş hiçbir yere batıp çıkmamaktadır.
Daha kendi yarattığı güneşin hareketlerini bile bilmeyen bir Tanrı var olabilir mi? Daha güneşin hiçbir yere batıp çıkmadığını bile bilmeyen bir dinin kitabına mucizeler atfedip övgüler düzmek son derece yanlış olsa gerektir.
Sanırım bu kadar ayet yeterli. Aslında bunlardan bir tanesi bile yeterli! Fakat bazı din adamları, bu ayetlerin bilim dışılığını fark ettikleri için, bu ayetlerde yazanlarda aslında mecaz yapıldığını ve başka bir mana içerildiğini iddia etmektedir.
Eğer ”güneşin battığı siyah balçık” derken mecaz yapılarak başka bir şey kastedilmişse o halde ”Allah” derken, ”cennet” derken, ”cehennem” derken de mecaz yapılıp başka bir şey kastedilmiş olabilir değil mi? İşinize gelmeyen her ayette mecaz aranacaksa ipin ucu kaçar. Bu ayetlere yüzyıllarca bu anlamda inanılmışken siz şimdi çıkıp başka yorum yaparak aslında başka bir anlamı olduğunu nasıl iddia edebilirsiniz? Tabi diğer dinlerin kitaplarını neden böyle esnek yorumlarla değil de bir ateist gibi okuyup irdelediğinizi de sormak lazımdır. Görülen bir yanlışı kabul edip yüzleşmek yerine, “Orada aslında başka şey kast ediliyor” diyerek yan çizmenin manası nedir? Bunun adı, fark edilen fakat hoşa gitmeyen bir gerçekle yüzleşmekten kaçma çabası olsa gerek?
Elbette üstte aktardığım ayetlerin ‘uygun yorumu’ yapılarak Kuran gerçek dışı olarak görülmekten kurtarılabilir. Fakat bu yorumu yapanlar unutmamalıdırlar ki bir dine olan inancın temeli o dinin kitabıdır. Fakat siz o kitabı da inancınıza göre yorumluyorsanız, o zaman inancınız o kitaptan kaynaklanmıyor demektir. Yani inancınız kitabı önceliyor demektir. Eğer kitaptan kaynaklansaydı, bu ayetlere iman edip örneğin güneşin siyah bir balçığa battığını ısrarla iddia etmeniz gerekirdi. Fakat bu ayetlerde başka bir şey anlatıldığını kendi inancına dayanarak iddia ediyorsan, artık senin inancının bu ayetlerden veya Kuran’dan kaynaklanmadığı sonucu çıkar. O halde İslam’ın doğruluğuna olan bu inancın nereden kaynaklanıyor sorusunu sormak gerekir. Bu sorunun makul bir yanıtı yoktur.

Din adamları, kendi inanırlarını etkilemek için kitaplarının bilimle uyuştuğunu, ayetlerde mucizeler olduğunu dile getirmeyi artık bir tür alışkanlık haline getirdi. Bu sadece İslam’a has bir şey de değil. Hıristiyan misyonerler dinlerinin bilim tarafından doğrulandığına emin. Museviler de Tevrat’taki ‘şifreleri çözen’ pek çok kitap yayınladı. Bu tür iddialar her dinin iddiasıdır. İsterler ki bilim inançlarını doğrulasın. Ama bu istek bir türlü gerçekleşmemekte, aksi yönde kanıtlar birikmektedir. Bize de bilgileri toplayıp anlatarak aydınlatmak düşmektedir.

Yorumlar

Popüler Yayınlar

DEMLEN RAKI

GİZEMLİ KELİME.!!

OĞUZLAR..BOZOKLAR..ÜÇOKLAR..OĞUZ YABGULUĞU.

Oruc Nedir ve kökeni nereden gelir...Turan Dursun

SINAV SORUSU..

Saint Benoit tarihi

Amerikan Siyasi Partileri

Paradigma nedir?

İslamiyetten önce Arap yarımadası..!!!‏