ATATÜRKÇÜLÜK (KEMALİZM)
Atatürkçü ideolojinin temellerini, Atatürk'ün düşünce ve uygulamalarıyla ortaya koyduğu amaçlar, ilkeler ve gerçekleştirdiği inkılaplar oluşturur. Türkiye Cumhuriyeti de, anayasasında belirtildiği gibi, özellikleri ve uygulamalarıyla Atatürkçülük doğrultusunda hareket etmektedir.
Atatürkçülük, Türk halkının doğal karakterinden ve Türk vatanının sahip olduğu öz kaynaklardan, Türk tarihinden ve Türk insanının isteklerine çare bulma ihtiyacından doğmuştur. Bu sistem Türk Milleti'ni bütün unsurları ile çağdaş ülkelerden daha ileri bir seviyeye çıkarma anlayış ve gayretlerinin bir sonucudur.
Atatürkçülüğü belirtmek için kullanılan "Kemalizm" terimi ise 1930'larda kullanılmaya başlanmıştır. 1934'de Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı, Türk kültürü ve Türkiye Cumhuriyeti'ni tanıtmaya yönelik olarak La Turquie Kemaliste (Kemalist Türkiye) dergisini yayımlamaya başlamıştır.Mustafa Kemal'in kurduğu bu düşünce sistemi, Cumhuriyet Halk Partisi’nin 9 Mayıs 1935’te toplanan IV. Kurultayı'nda kabul edilen 1935 Programı’nda da "Kamâlizm" olarak geçmiştir.
Uygulaması
Mustafa
Kemal Atatürk, Cumhuriyet anlayışını devletin merkezine
koymuş ve ismini Türkiye Cumhuriyeti olarak ilan etmiştir.
Türkiye
Cumhuriyeti, Atatürk
İlkeleri; yani Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik,
Laiklik ve İnkılapçılık üzerine
temellenmiştir.
Atatürkçülük,
Türkiye'de yaşayan tüm etnik kökenleri
ayrım yapmadan içine alan bir Türk ulusu kimliği görür. Tamamıyla Türk milliyetçisi bir ideolojidir ve Türklük
üzerine durur. Devletin varlığını ve birliğini bu kimliğin geliştirilmesinde
bulur. Atatürk milleti şöyle tanımlamaktadır:
« Bir insan topluluğunun millet
sayılabilmesi için
"zengin bir hatıra mirasına, birlikte yaşamak
hususunda
ortak istekte samimi olmaya, sahip olunan mirasın korunmasını
birlikte sürdürebilmek konusunda iradelerin ortak bulunmasına,
gelecekte gerçekleştirilecek
programın aynı olmasına,
birlikte sevinmiş, birlikte aynı ümitleri beslemiş
olmaya" ihtiyaç vardır,
işte bu ana şartları taşıyan bir insan topluluğu
millet sayılır. »
|
Atatürk'ün
devletinin laik ve üniter olması devletin toplumla ilişkilerinde din
ve etnik ögeler bakımından tarafsız olması gerekliliğini ortaya
koymaktadır. Atatürk devleti şekillendirmeyi ve bu bağlamda devletin milletle
ilişkisini düzenlemeyi savunmuştur. Atatürk'ün millet anlayışında Türk kimliği
milliyetçilik ilkesi doğrultusunda, tüm etnik grupları tarafsız olarak içine
alır. Cumhuriyet'in devamlılığı için bu ilke, pragmatik bir doğrultuda, tarafsız bir biçimde ilerletilir.
Gelişimi
Atatürk
Devrimleri sürecinde
izlenen yöntemler ve gerçekleştirilen eylemler; uygulamayla Türkiye
Cumhuriyeti'nin kuralları olarak ortaya çıktı. Bağımsızlık savaşının bir
ulus-devlet halini almasına doğru yönelen bu kurallar Atatürkçü düşünce
sistemini oluşturdu. Devrim sürecinde ve devrimin önderi tarafından ortaya
konulan bu kurallar Atatürkçü ideolojinin değişmez ilkeleridir. İlkelere bir
bütün olarak "Atatürkçülük" ya da "Kemalizm" adı
verilmektedir. Bir başka tanımla Atatürkçülük, Türk
Kurtuluş Savaşı’nda ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda temel
olan değişmez fikir ve ilkelerin tümüdür.
İdeoloji olarak Atatürkçülük
Atatürkçülük,
yukarıda açıklandığı gibi birtakım ilkeleri ve politikası olan bir ideolojidir.
Ulusal ve laik bir modern devlet tipidir. Türkiye
Cumhuriyeti'nin temel doktrini ve ideolojisi olarak kabul edilmektedir.
Atatürkçülük;
Emperyalizme karşı Milliyetçiliği,
Kapitalizme karşı Halkçılığı ve Devletçiliği,
Gericiliğe karşı Laikliği,
Aşırı muhafazakârlığa
karşı İnkılapçılığı,
savunan bir ideolojidir.
Sıklıkla,
Atatürkçü ideolojinin bir fikir sistemini temsil etmekten çok ülkeyi tümüyle pragmatik bir yöntemle modernleştirmeye çalışan
politik bir uygulama olduğu vurgulanır. Bununla birlikte, Atatürkçülerin
yaptığı devrime rehberlik eden belli fikirler vardı ve bunlar esnek bir biçimde
de olsa CHP ideologları tarafından
sistemleştirilmişti.
Atatürkçülük
pek çok kişi ve grup tarafından sağ ve sola rakip "üçüncü bir yol" olarak
tanımlanmaktadır. Ama Atatürkçülük, 1920'lerin kendine özgü yapılı
Türkiye'sinin ihtiyaçlarından doğmuş, temelinde sınıf çatışmasından ziyade
"Tam Bağımsızlık", "Ulusal Birlik" ve "Anti-Emperyalizm"
olan bir ideolojidir. Lozan'da taviz
verilmeyen tek konunun Tam Bağımsızlık olması, daha sonrasında Balkan Antantı ve Sadabat
Paktı antlaşmalarına imza atılmasının yanında davet edilmesine
rağmen Türkiye'nin Birleşmiş Milletler'e
girmemesi de bu temelin sonuçlarındandır.
Bir diğer
grup da Atatürkçülüğü sol kanat ideolojisi olarak görmekte, onu üçüncü yol
sayanları Atatürkçülüğü siyaset dışına atmaya çalışmakla ve sadece bir düşünce
sistemi olarak sınırlandırmakla eleştirmektedir. Bu gruplarda bu düşünceye
sahip olan insanların sağcı olduklarını iddia edenler de bulunmaktadır. Genel
olarak bu kesimin düşüncesine göre milliyetçilik
sola engel değildir ve bu gruplarda, Cemal Abdül
Nasır, Cevahirlal Nehru, Sultan Galiyev, Lumumba
gibi ulusal kurtuluş savaşı vermiş isimlerin kendilerini solcu olarak
tanımlamalarından yola çıkılarak, esas milliyetçiliğin solda olduğu fikri
egemendir.
Atatürkçülük ve Ordu
Atatürk'ün
"ya üniforma ya siyaset" tavrı o kadar nettir ki Cumhurbaşkanı olduktan
sonra, halkın karşısına hep sivil kıyafetle çıkmaya bile özen göstermiştir.
Üstelik "mareşal" üniformasını yaşamı boyunca taşımak hakkına sahip
olduğu halde; ve asker kökenli olmayan birçok devlet başkanının bile resmi
törenlerde üniforma taşıdıkları bir dönemde...
Atatürkçü
ideolojideki ordu anlayışı Türk ordusunun her müdahaleden sonra kışlasına
çekilmesi ile de açıklanabilmektedir. Hiçbir askeri cunta Kemalizm'i ve
Atatürk'ü yadsıyarak iktidarda kalamaz. Böyle bir ideolojik yadsımaya gidilmesi
de ordunun desteğini keseceği için askeri yönetim olanaksızlaşır.
Atatürkçülük ve Gençlik
Atatürk pek
çok sözünde, Cumhuriyeti siyasal iktidarlara değil de gençliğe emanet ettiğini
beyan etmiştir. Bunun en temel sebepleri gençlerin yeniliklere açık bireyler
olması, köklü değişikliklerden korkmamaları, daha iyi bir yarın umut
etmeleridir.
Gençlerin
"bireysel enerji" düzeyi bu durumu etkileyen sebeplerin başında
gelir. Yıllar geçtikçe enerjisi azalan kişi, uyum göstermek için yeni çabalar
gerektirecek köklü değişikliklerden korkmaya başlar. Yıllar geçtikçe toplumda
iyi bir konuma gelinmesi ve elde edilen olanakların elden kaçırılmamak
istenmesi yaşlı bireyleri tutucu olmaya yönlendirir bu da köklü değişikliklere
meyletmemelerinin sebeplerindendir. Bir başka sebep de elde edilen birikimlerin
yeniden kazanılmasına imkân sağlayacak sürenin de kalmamasıdır.
Genç,
kendisi dışında henüz bir sorumluluk üstlenmemiştir. Davranışlarını ayarlarken
ya da toplumda bazı köklü değişimlerden yana tutum takınırken, bir anlamda
özgürdür. Oysa evlenmek ve çocuk sahibi olmakla somutlaşmaya başlayan
sorumluluklar zinciri, ileriki yıllarda adımlarını çok daha dikkatle ve
ihtiyatla atmasını gerektirecektir.
Her
toplumsal hareket giderek kurumsallaşmaya ve dolayısıla da uysallaşmaya,
tutuculaşmaya yüz tutar. Oysa bu gençlik hareketleri için söz konusu değildir.
Çünkü gençlik, sürekli yenilendiği için kurumsallaşamayacak, kalıplaşamayacak
bir güçtür.
İşte tüm bu
nedenlerden dolayı, gençler idealisttir. Cumhuriyetin de Atatürk tarafından
gençlere emanet edilmesinde gençlerin bu "idealist" yönü ağır
basmaktadır.
M. Kemal
Atatürk'ün ve Atatürkçü ideolojinin gençliğe bakışı Bursa
Nutku ve Gençliğe Hitabesi
ile de anlaşılabilmektedir.
Atatürkçülük ve Kadın
Türk
kadınının durumundaki iyileşmeler kısmen de olsa Atatürk'ten önce başlamıştır.
Atatürk dönemi Türkiye'sinde ise hızlı bir gelişme kaydetmiştir. Kız
çocuklarına ilk ve orta okula gitmesi izni 1858'de verilmişti. Ebe okulu, kız
sanat okulu ve kız öğretmen okulu aynı dönemlerde açılmıştı. İlk kadın
yazarlar, kadınlara yönelik ilk yayın organları yine o sıralarda açılmıştı. İlk
kadın derneği ise savaş yaralılarına yardımcı olmak amacıyla 1867 yılında
kuruldu. İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra, kadınların konumlarıyla ilgili
bazı önemli gelişmeler daha görüldü. İlk kız lisesi, 1913 yılında İstanbul'da
açıldı. Halide Edip Adıvar, Kadın Haklarını Savunma Derneği'ni (Müdafaa-i
Hukuku Nisyan) kurdu. 1914'te bugünkü adıyla Kız Teknik Yüksek Öğretim Okulu
öğretime başladı. 1921'de de, Fen ve Edebiyat Fakültelerinde kızlar erkek
sınıflarına girdiler.
Kadının
"vatandaş" sayılmasına bile karşı çıkan milletvekillerinin neredeyse
çoğunlukta olduğu bir mecliste ve Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın içinde kadının
ileri toplumlardaki gibi hak sahibi kılmak için ilk adımlar atılmıştı.Türk kadını 5 Aralık 1934'de seçme ve
seçilme hakkına kavuştuğu zaman, demokrasinin beşiği sayılan Fransa ve İsviçre
gibi ülkelerde kadınlar henüz bu haktan mahrumdular.
Atatürkçülük ve Demokratik Toplumculuk
Atatürk, Sovyetler Birliği'nde uygulanan komünizmin üretim
açısından getirdiği modeli yeterli görmediği gibi, birey hak ve özgürlüklerini,
demokrasiyi içermemesini de kendi amaçlarına uygun bulmuyordu. Sovyet Devleti,
sosyalizmin savunduğu değerleri eskiden olduğu gibi savunmuyordu. Demokrasi
yerine diktatörlük, bireysel hak yerine ödevler geçiyordu. Bu yozlaşmayı
Atatürk de görmüştü. İçte bir komünist örgütlenmeye de özellikle bu yüzden
karşıydı; çünkü bunun "kayıtsız şartsız Rusya'ya bağlanma" anlamına
geleceğini görüyordu. Böyle bir durum ise tam bağımsızlığı zedelerdi.
Fakat
Atatürk'e sorulan Türkiye'ye komünizmi getirip getirmeyecekleri sorusuna ise
Türkiye'de bir işçi sınıfının bulunmayışının komünizmin yerleşmesine engel
teşkil ettiği ve uygulamanın şu an Türkiye'de çok zor olduğu cevabını
vermiştir. Ayrıca Atatürk fikirsel olarak Türk
milliyetçiliğine ters ve Türksel değerlere uygun olmadığı için
komünist sistemi Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti açısından bir tehlike olarak
adletmiştir.
Atatürkçülük ve Sosyalizm
Mustafa
Kemal Paşa ile
görüşmek üzere 1919'da Samsun'a gelen
bir Sovyet Albayı, Havza'da Mustafa
Kemal ile görüşür "Ne yapmak istiyorsunuz?" sorusunu Mustafa Kemal
Paşa "Bizim hedefimiz Devlet
Sosyalizmidir." yanıtını verir.[Buradan
Atatürk'ün İşçi Sınıfı'nın oluşmadığı Türkiye'de Bolşevizm
ve diğer İşçi Sınıfı'na dayanan sosyalist sistemlerin geçerli
olamayacağını belirttiği anlaşılıyor. Yani sosyalizmi devlet eliyle kurmaya
yönelik "devlet sosyalizmi"
tabirini kullanmıştır.
Atatürkçülük ve Komünizm
Türkiye'de 1920 yılında Türkiye Komünist Fırkası kurulmuştu. Bu parti
Türkiye'deki ilk komünist partiydi. Partinin Komintern'e
üyeliği kabul olmayınca parti dağılmıştı.
Hakimiyet-i
Milliye gazetesinde
Atatürk'ün kendi cümleleriyle tarihsel materyalist
perspektiften bakıldığında dönemin toplumsal şartları sebebiyeti ile
komünizme bağlanmayı doğru bulmadığı,
Türk toplumunun İslamiyet’e bağlı dindar
bir toplum olduğu ve komünizme tümüyle karşı olduğu bazı söylemlerinde açıkça
gözükmektedir:
“
|
Biz ne bolşeviğiz ne
de komünist; ne biri ne diğeri olamayız.
Çünkü, biz
milliyetperver ve dinimize hürmetkârız.
KEMALİZM,bir ulusal kurtuluş devrimidir. Bir ulusal kurtuluş devriminin amacı, yalnızca siyasal bağımsızlığı gerçekleştirmek değildir. Tam bağımsızlığa ulaşabilmek için sömürge düzeninin ülkedeki bütün dayanaklarının tasfiyesi,vicdanı hür,irfanı hür nesiller yetiştirilmesi için milli eğitime azami önem verilmesi ve milli sanayi kurulurken zirai gelişimin de göz ardı edilmemesi zorunludur. |
”
|
Yorumlar
Yorum Gönder