ARAP TANRISI ALLAH TÜM İNSANLIĞA ULAŞMASINI İSTEDİĞİ MESAJINI HENÜZ YAZI DİLLERİ OLMAYAN ARAPLARA VERMİŞ(!)

Haritada gösterilenlerin hepsi Arapça konuşan topluluklardır. (Güney Arapça, yani Yemen Arapçası ile akraba bir dil konuşan Habeşistan hariç.) Günlük konuşma dilleri Arapçadır.
Ancak bu dünyada, gerek Hıristiyan gerek Yahudilerin litürji dili, yazı dili, Arapça değil Aramicedir. Kutsal metinleri yazdıkları ve tefsir ettikleri, ilahi ve ibadetlerini icra ettikleri, “kutsal” sayılan hukuki metinleri yazdıkları dil budur. Arapçayla akraba bir dildir. MÖ 1. binyıl başlarından itibaren Suriye, Filistin ve Mezopotamya’nın ortak konuşma dili, MÖ 6. yy’dan itibaren tüm Ortadoğu ve İran’ın “yüksek” kültür dili olmuştur. 1600 yıldan beri yazılı kültüre sahiptir.
İslamiyetin doğduğu dönemde bu dil, her biri eski “emperyal” Arami alfabesinden türemiş iki veya üç ayrı yazı ile yazılmaktadır.
Yahudi Aramicesininin kültürel odağı Babil yani Sasani devletinin başkenti olan Medain/Ktesifon kentidir. Burada yaygınlaşan elyazması harfleri, bugün İsrail’de kullanılan ve “İbrani yazısı” diye bildiğimiz biçime evrilmiştir.
Özellikle İran’a tabi Nasturi ve Keldani Hıristiyan cemaatlerinin kullandığı Serto yazısı yine Babil ve Ninive’den yani Musul’dan intişar etmiştir. Buna karşılık Urfa’dan yayılan Estrangelo yazısı Yakubi (Süryani Kadim) ve diğer Monofizit mezheplerde rağbet görmüştür. Bu iki yazı tipiyle yazılan Hıristiyan Aramicesine “Süryanice” adını vermek adettendir. Her üç yazı tipi, aynı alfabenin faklı şekillerde işleklik kazanmış biçimleridir. Harf adları ve sıralaması aynıdır; ufak tefek farkları saymazsak yazım kuralları da aynıdır.
Arap dilinin yazılı örneklerine, özellikle Ğassani egemenliğindeki Ürdün ve Güney Suriye yöresinde, M 4. yy’dan itibaren rastlanıyor. Muhammed’in yaşadığı dönemde Arap yazısının, gayet seyrek olarak, bir tür not alma aracı olarak kullanıldığı anlaşılıyor. Eldeki nümunelerin tümü “falan bin filan bu mevkii savunmak için gönderildi” gibi kısa yazıtlardan veya “on deve aldım şu kadar dinar borcum var” gibi ticari notlardan ibarettir. Henüz harf noktaları (seslileri gösteren harekeler değil, mesela b ile t veya n’yi birbirinden ayıran noktalar) icat edilmediği için, el yazısında çoğu harfi birbirinden ayırmak zordur. Hazır birtakım kalıp-sözlerin kaydedilmesine, veya ezberlenmiş bir metnin hatırlanmasına yarayacak bir tür steno notasyonu sözkonusudur.
Arap yazısı ancak Muhammed’in vefatından yaklaşık 80 yıl sonra, Abdülmelik b. Mervan zamanında noktaların eklenmesiyle standartlaştırılmış, metni önceden bilmeyen bir insanın okuyup doğru okuyacağı biçime kavuşturulmuştur. İslam öncesi dönemde bu yazıyla Arapça herhangi bir dinî veya edebî bir metnin kaleme alındığına dair bir belirti yoktur. Aslına bakarsanız, Yahudi ve Hıristiyan cemaatleri dışında, henüz yazılı metin gerektiren bir edebî veya idari veya dini kültür yoktur. [Muhtemel itirazlara karşı hemen belirtelim ki, İslamöncesi döneme ait şiirlerden oluşan Muallakat, 8. yy ortalarında Şam’da Hammad el-Raviye tarafından yazıya aktarılmıştır. Hammad’ın, alfabenin her harfi için ezbere yüz kaside söyleyebildiği rivayet edilir, ki bu rivayet de, eğer doğruysa, Muallakat’ın bu tarihten önce yazılı olmadığına delildir.]
Basit bir gerçeğe değinelim: “İncil” ve “Tevrat” adı verilen Kutsal Kitap’ın 8. yy’dan önce kısmen veya tamamen Arapçaya çevrildiğine dair hiçbir belirti yoktur. Kaldı ki böyle bir şey mümkün değildir, çünkü ne buna izin verecek bir Arapça yazı dili vardır, ne böyle bir çeviriyi gereksinecek bir kurumsal altyapı mevcuttur. [Oysa güçlü bir Hıristiyan krallığının hüküm sürdüğü Habeşistan’da, İncil İslamdan yaklaşık yüz yıl önce Habeşçeye çevirilmiştir.]
Muhammed’in Aramice yazı diline vakıf olduğuna dair bir bilgiye sahip değiliz. Aksi yöndeki deliller güçlüdür. Mesela, peygamberin ilk eşinin amcaoğlu olan Waraka b. Nawfal’in “Allah’ın izin verdiği ölçüde Hıristiyan yazısı yazmayı öğrendiğini” hadis kaynaklarından öğreniyoruz. Bunun sıra dışı bir başarı olarak takdim edilmesi, Muhammed’in çevresinde bu yazıyı bilenlerin ender olduğunu gösterir. Aynı şekilde, yaşamının son yıllarında peygamberin “Yahudi yazısını bilen (veya öğrenen)” Zeyd b. Sabit’i yazman olarak görevlendirdiğini ve Zeyd’in bu sayede seçkin bir konuma geldiğini öğreniyoruz. Yazman olarak görevlendirilen kişinin Yahudi (diğer kaynaklara göre Süryani) yazısını bilen biri olduğunun vurgulanması yeterince ilginçtir. Bu bilgiye sahip kişilerin, erken İslam toplumunda parmakla gösterilecek sayıda olduğu anlaşılıyor.
Sonuç:
Bu söylediklerimden çıkarılabilecek ana sonuç, Muhammed’in Kutsal Kitap’a ve diğer Yahudi ve Hıristiyan dinî metinlerine birinci elden vakıf olamayacağıdır. Faraza Muhammed’in ilkel Arap yazısını bildiğini düşünsek bile, bu dilde okuyabileceği bir literatür mevcut değildir. İbrahim, Musa, İsa ve diğer Kutsal Kitap karakterlerine ilişkin edinmiş olduğu bilgiler, kendisine ancak sözlü aktarım yoluyla ulaşmış olabilir. Sözlü aktarım kaynaklarının ise bol ve kolay ulaşılır nitelikte olduğunu önceki bölümde gördük.
Kuran’ın “Tevrat” ve “İncil” adını verdiği kitaplar hakkında kullandığı ifadeleri, veya bu kitaplardan eksik, yanlış veya yüzeysel olarak aktardığı hikâyeleri bu açıdan değerlendirmek bize ilginç ve gerçekçi bir bakış açısı kazandıracaktır.


Yorumlar

Popüler Yayınlar

DEMLEN RAKI

GİZEMLİ KELİME.!!

OĞUZLAR..BOZOKLAR..ÜÇOKLAR..OĞUZ YABGULUĞU.

Oruc Nedir ve kökeni nereden gelir...Turan Dursun

SINAV SORUSU..

Saint Benoit tarihi

Amerikan Siyasi Partileri

Paradigma nedir?

İslamiyetten önce Arap yarımadası..!!!‏